09 Mart 2025 Pazar
Netflix’in 2016 yılında, Amazon’un dijital platformu Prime Video’nun ise 2020 sonbaharında ülkemizde erişime açılmalarının ardından 2021 yılında hem Disney+’ın hem de HBO Max’in 2022 yılı içerisinde diğer Doğu Avrupa ülkeleriyle birlikte Türkiye’de de erişime açılacağı duyurulmuştu. 2022 senesinin Haziran ayında Disney+ planlandığı üzere erişime açılsa da, HBO Max’in planlanan tarih olan 2022 sonbaharındaki Türkiye ve Yunanistan lansmanları iptal ettirilmiş ve platformun Discovery, Inc.’in Discovery+ adlı platformuyla birleşme kararı ile birlikte isim değişikliğine gidileceği duyurulmuştu. Birleşmenin ardından Max adını alan platform ilk olarak 23 Mayıs 2023 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanıma sunuldu.
Bu süreçte Discovery+ hali hazırda 19 Ocak 2021 tarihinde bu yana zaten Blutv’nin %35’lik hissesine sahipti. Ayrıca yine HBO orijinal dizilerinin büyük bir bölümünün Türkiye’deki en önemli yayıncılarından bir tanesi Aydın Doğan Yalçındağ’ın sahibi olduğu Blutv’ydi. En sonunda benim ve pek çok insanın tahmin ettiği şey oldu ve Warner Bros. Discovery şirketi tarafından sırasıyla 6 Aralık 2023 tarihinde Blutv önce satın alındı, ardından ise 2024 yılının sonunda 2025’in bahar aylarında gerçekleşecek isim değişikliğiyle beraber “Max” ismini alacağı duyuruldu. 15 Nisan’da yeni adıyla yayın hayatına başlayacak olan Max platformunun bilhassa ülkemiz pazarına daha önce giren uluslar arası dijital platformların yaptığı bazı hataların yapılmaması durumunda, pazarda liderliğe oynayabileceği düşüncesindeyim.
Hataları sıralamaya Netflix’ten başlayalım:
Tüm dijital platformlar içerisinde en eskisi olan ve ülkemiz pazarında öncü konumda olan Netflix, hali hazırda bütün platformlar içerisinde en fazla aboneye sahip, en çok içeriğe sahip platform. Fakat Netflix’in özellikle 2022 yılı ve sonrası süreçte gerek orijinal içeriklerinin kalitesindeki düşüklük, gerekse de orijinal olmayan içeriklerin geçmişteki kadar fazla platform içerisinde yer almamaları benim için platformun en büyük eksikliği, hatta belki de tek eksikliği. Sonuçta yine de rakipleri ile kıyaslandığında kütüphanesinin yoğunluğu hala her açtığımda izleyecek yeni ve ilgi çekici içerikler sunabiliyor.
Disney+ hayal kırıklığı yaratmaya devam ediyor.
Disney+ ilk duyurulduğu zamandan açıldığı ana kadar gerçekten çok heyecanlıydım. Walt Disney Company Warner Bros’un ya da Paramount’un yaptığını yapmayıp, Disney+’ın henüz erişime açılmadığı ülkelerde platform içerisinde yer alan pek çok içeriği Blutv, Bein Connect gibi platformlarla anlaşarak oradan yayınlanmasına izin vermemişti. Durum böyle olunca izlemek istediğim içerikleri sürekli ertelemiş olmam da Disney+’ ın Türkiye’de erişime açılmasını benim için ayrıca önemli kılıyordu. Fakat Disney+ gerçekten geldiği andan itibaren büyük hayal kırıklığı yarattı. Bilhassa The Post(2017), Jackie(2016) vb. pek çok 20th Century stüdyolarına ait filmin aradan geçen 2,5 yıla rağmen platformun içerisinde yer almaması bu hayal kırıklığının en büyük sebebi.
Birazda Prime Video’dan bahsetmek gerekirse:
Bu yazıda son olarak değinmek istediğim platform ise Amazon Prime Video. Bu platformun bana göre tek kusuru içerik sayısının nispeten az olaması fakat aylık 40 TL vererek geri kalan Prime hizmetleriyle birlikte bu platforma da erişebildiğimizi hatırlatmış olayım. Prime Video bana göre gerek yerli gerek yabancı orijinal içerikleri oldukça kaliteli olan, aynı zamanda satın aldıkları MGM stüdyolarına ait filmler ve belirli süreli yayınlanan diğer film ve dizileri ile de Türkiye’de en ekonomik ve en kaliteli platform olma özelliği taşıyor.
Tüm bu tabloya baktığımız zaman Max’in Disney+’ın yaptığı hatadan kaçınıp, şirkete ait yabancı içeriklere platformda bolca yer verilmesi ve son dönemde en çok konuşulan dizilerden biri olan “Prens” gibi pek çok kaliteli yerli film ve dizi ile birlikte sektörde liderliğe oynayabileceğini düşünüyorum. Prime üyeliği benzeri Hepsi Burada üyeliğinin getirdiği avantaj da bu liderliği pekiştirecektir.
Hatırlanacağı üzere dünyanın en saygın film dağıtımcı şirketlerinden olan ve kendisine ait stüdyolarda pek çok başarılı filme imza atmış olan Walt Disney Company, 12 Kasım 2019’da çok daha önce yayına başlamış olan Netflix, Amazon Prime Video gibi platformların küresel çaptaki başarılarının da etkisiyle Disney+ isimli dijital platformunu duyurmuş ve ABD, Kanada ve Hollanda’da kullanıma açmıştı. Genel olarak çocuklu ailelere yönelik çıkardığı filmleri ve karakterleriyle tanınan şirketin bu kararı almasında elbette satın almış olduğu National Geographic, Marvel Stüdyoları ve yine aynı yıl 71.3 milyar dolar gibi rekor bir fiyata satın aldıkları ve ismini “20th Century Studios” olarak değiştirdikleri 20th Century Fox şirketinin de büyük etkileri bulunmaktaydı.
Disney+ ilk birkaç yılında özellikle Yıldız Savaşları markası ve Marvel Stüdyoları’na ait diziler ile bir yandan abone sayısını hızla artırırken, diğer yandan da hızla bütün ülkelerde kullanıcıların erişimine açılıyordu. Tarihler 14 Haziran 2022’yi gösterdiğinde platform içlerinde Doğu Avrupa ülkelerinin yer aldığı pek çok ülkeyle birlikte Türkiye’de de erişime açılmıştı. Doğrusunu söylemem gerekirse bende o dönemde platformun erişime açılması için gün sayanlardan biriydim. Açılışı öncesi pek çok yerli içeriği kütüphanesinde bulunduracağını açıklayan platform, erişime açıldığı günde senaristi ve başrollerinden biri Engin Akyürek olan “Kaçış” isimli diziyi yayınlamıştı. Bu dizinin ardından “Dünya ile benim aramda”, “Arayış” ve “Aktris” gibi dizileri yayına alan platform, uzunca bir aranın ardından geçtiğimiz günlerde Umami isimli filmle yeniden yerli içerikler yayınlamaya başladı.
Şef Sina Bora’nın mücadeleli gecesi.
“Umami” aynı zamanda ortaklarından biri olduğu lüks restoranın şeflerinden Sina Bora’nın restoranın yoğun bir gecesinde çalışanları, müşterileri ve ailevi sorunları ile olan mücadelesini konu alıyor. “Şahmaran”, “Bir Gece Masalı” gibi dizilerden hatırlayacağımız başarılı oyuncu Burak Deniz “Şef Sina Bora” rolünde karşımıza çıkarken, Öykü Karayel “Melis” ismindeki bir diğer şefi canlandırıyor. Çağlar Can Cengiz’in senarist, Emre Şahin’in ise yönetmen koltuğunda oturduğu filmin diğer dizi ve filmlerden en büyük farkı tek mekanda geçmesi ve tek plan halinde çekilmiş olması. “Birdman”, “1917” gibi filmlerin izleyicilerinin alışık oldukları bu teknikte bütün bir film tek seferde çekiliyor ve kamera sürekli oyuncuları takip ediyor. Film boyunca karakterlerin üzerindeki stresi, filmin çekildiği restorana gelen müşterilerle yaşadıkları sorunları izliyoruz. Filmi özellikle ülkemizde çekilen diğer film ve dizilere göre oldukça farklı bulmak ve genel hatlarıyla beğenmekle birlikte, senaryosunun özellikle son kısımlarının biraz daha iyi olabileceğini düşündüm kendi adıma.
Platformlar arası rekabet tırmanıyor.
Şu günlerde Disney+’ın bu filmi yayınlamasıyla birlikte platformun abonelik ücretlerinin arttığını ve reklamsız aboneliğin aylık 349,90 TL’ye çıkarıldığını da belirtelim. Amazon Prime Video, Netflix, Disney+, Gain gibi platformlar kütüphanelerinde yer alan yabancı dizi ve filmlerin yanı sıra hızla yepyeni yerli içerikler üretmeye devam ederken, Warner Bros. Discovery’nin satın aldığı Blutv’nin de isim değişikliğine giderek daha güçlü bir şekilde “Max” ismiyle bahar aylarında rekabeti farklı bir boyuta çıkarması an meselesi.
Peki siz Disney+’ın yeniden yerli içerik üretmesi ve platformlar arası rekabet hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Blutv’deki bu değişiklik rekabeti nasıl etkileyecek? Yorumlarınızı paylaşabilirsiniz.
Bu yazımda yeni sezonunu merakla beklediğim Jack Reacher dizisi ve Amazon Prime Video’da bu ay yayınlanacak diğer içeriklere değineceğim.
Ülkemizde ilk olarak 15 Eylül 2020’de kullanıma sunulan Amazon Prime Video her ay olduğu gibi bu ayın başında da ay içerisinde yayınlanacak yeni içeriklerini açıkladı. Platform bu ay abonelerine ilk olarak 1 Şubat’ta yayınlayacağı Jumanji: The Next Level, Çılgın Hırsız serisi ve 2021 yapımı Paul Thomas Anderson filmi Licorice Pizza ile merhaba diyor. Sırasıyla 3 Şubat’ta Back to Black, 6 Şubat’ta 3.Sezonu ile İnvincible, 7 Şubat tarihinde yeni dizi Newtopia ve 9 Şubat tarihinde 2010 yapımı Julia Roberts ve İspanyol oyuncu Javier Bardem’in başrollerini üstlendikleri “Ye Dua Et Sev” isimli romantik komedi kullanıcıların beğenisine sunulacak. Platformun bu ay için öne çıkartmayı tercih ettiği iki içerik ise 13 Şubat tarihinde tüm dünyada yayına alacağı yeni orijinal filmi “My Fault: London” ve 20 Şubatta yayınlanmaya başlayacak Jack Reacher’ın 3.Sezonu.
İngiliz yazar Jim Grant’in Lee Child takma adıyla yazdığı 28 roman ve 1 adet kısa öyküden oluşan Jack Reacher serisinin ilk kitabı Mart 1997’de çıkarken, 2022 yılında yayınlanmaya başlayan diziden önce Tom Cruise’un başrolünde olduğu 2012 yapımı “Jack Reacher” ve 3 Eylül 2013 tarihli 18. Kitaptan uyarlanan aynı adlı 2016 yapımı “Jack Reacher: Asla Geri Dönme” isimli filmler vizyona girmişlerdi. Bu iki filmin dağıtımcılığını Paramount Pictures üstlenirken, Amazon Prime Video ikinci filmden altı yıl sonra aynı karakteri bu kez bir dizi ile karşımıza çıkardı. Serinin ilk kitabı olan “The Killing Floor” romanından uyarlanan dizinin ilk sezonunda aynı zamanda eski ABD Ordusu Askeri Polis Teşkilatı Müfettişi ve Binbaşı olan gezgin Jack Reacher (Alan Ritchson)’ın Georgia’daki küçük bir kasabada işlemediği bir cinayet tarafından tutuklanmasıyla başlarken, sezonun devamında iki dürüst polis memuru Oscar Finlay (Malcolm Goodwin) ve Roscoe Conklin (Willa Fitzgerald) ile birlikte yozlaşmış polisler, politikacılar ve zengin iş adamlarının karıştıkları komployu çözüşünü seyretmiştik.
Başarılı dizinin 2.Sezonu çıtayı biraz daha yükseğe çıkararak bizlere çok daha heyecan ve aksiyon dolu bir macera sunmuştu. Bu sezonda Jack Reacher’ın eski askeri birliğinin ölü bulunan üyelerinin intikamını yine aynı ekipteki sağ kalan arkadaşlarıyla beraber alışını seyretmiştik. 2003 Nisan’ında yayınlanan “Persuader” isimli 7.romandan uyarlanan 3.Sezonda ise kahramanımızın bu kez DEA(Uyuşturucu İle Mücadele Dairesi) muhbirini karanlık bir suç örgütünün içerisinden kurtarmaya çalışmasını seyredeceğiz. 2.sezonun bir öncekinden daha büyük bir macera ile karşımıza çıktığını da göz önünde bulundurursak, bu sezonda da kesinlikle 8 bölümlük muhteşem bir heyecan fırtınasıyla karşı karşıya olduğumuzu varsaymak yanlış olmayacaktır.
Platformda ayrıca 15 Şubat tarihinde Shrek serisinin 2010 senesinde vizyona giren son filmi Shrek: Forever After ve Amerikan Pastası serisinin 1 ve 2. filmlerinin, 27 Şubat tarihinde ise Nickel Boys ve House of David filmlerinin de yayınlanmaya başlayacağını belirtmekte fayda var. Herkesin eğlenceli vakitler geçirmesini diliyorum.
Bu yazıda Maria filmi hakkında yönetmenin daha önceki işlerinden de yola çıkarak görüşlerimi belirteceğim.
Ülkemizi uluslararası alanda da gururla temsil eden başarılı oyuncu Haluk Bilginer bu kez karşımıza Angelina Jolie ile başrollerini paylaştığı ve Pablo Larrain’in yönetmeni olduğu “Maria” filmiyle çıkıyor. Film yönetmenin son yıllarda çektiği “Spencer” ve “Jackie” filmlerinde olduğu gibi hikayenin odağında kadın karakter var. “Spencer” filminde Prenses Diana’nın hayatının bir bölümüne ve “Jackie” filmi ile Jacqueline Kennedy’nin eşinin uğradığı suikast sonrası hayatına odaklanan Larrain, bu kez bize Yunan opera sanatçısı Maria Callas’ın hayatının son yıllarını anlatacak. Filmde Angelina Jolie “Maria Callas” olarak karşımıza çıkarken, Haluk Bilginer tıpkı kendisi gibi İzmir doğumlu olan Yunan armatör “Aristotle Onassis” rolünde.
Fransa, Yunanistan, Macaristan ve İtalya da çekilen film ilk olarak Venedik Film Festivali’nde gösterildikten sonra ABD’ de 27 Kasım’da vizyona girmişti. Film nihayet 2 Şubat tarihinde Türkiye’deki seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Filmde Haluk Bilginer’in canlandırdığı Aristotle Onassis’in gerçekte Jacqueline Kennedy ile 1968 yılından 1975’deki ölümüne kadar evli kalması da bize filmin önceki filmler ile olan bağlantısını gösteriyor. Pierfrancesco Favino, Vateria Golino ve Caspar Philipson gibi oyuncuların rol aldığı filmin senaryosunu popüler dizi Peaky Blinders’ ın da senaristi olan Steven Knight yazıyor.
“Maria” sadece Haluk Bilginer rol aldığı için dahi özellikle Türkiye’de izlenmesi gereken, heyecan verici bir film. Bunun dışında iki film arasındaki bağlantıyı da göz önünde bulundurarak “Jackie” filmini sevenlerin bu filmden de keyif alacaklarını düşünüyorum. Şimdiden herkese keyifli seyirler.
1954 yılında İzmir’de doğan Bilginer, Ankara Devlet Konservatuarı’nda ülkemizdeki eğitimini tamamladıktan sonra İngiltere’nin başkenti Londra Londra Müzik ve Drama Sanatları Akademisi’nde eğitim hayatını sonlandırmıştı. 1980-91 yılları arasında İngiltere’de tiyatro oyunlarında rol alan Bilginer, kariyeri boyunca yurt içi ve yurt dışında pek çok tiyatro oyunu, film ve dizilerde rol almaya devam etti. Bilginer “Şahsiyet” dizisindeki rolüyle birlikte Uluslararası Emmy Ödüllerinde aldığı En İyi Erkek Oyuncu Ödülü de dahil olmak üzere pek çok ödüle layık görülürken, aynı zamanda seslendirme sanatçılığı da yaptı.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Dost Siteler - yandan gövdeli şemsiye - Elazığ oto kiralama - Tanıtım yazısı paketleri - nakliyat - El Salvador Visa application