14 Ocak 2022 Cuma
Gurur Duyma Psikolojisi
Gurur eşit değildir kibire. Ama yine de aynı kefeye koyarız çoğu zaman. Çünkü bu, sınırını bilmemek gibidir. Orada kendimizi sorgulamamız gerekir ama öyle sen gurursuz musun diyerek değil, dilediğimiz herhangi bir şeyi bile “çok” kelimesi ile başlayarak dile getiriyorsak, orada bir sınırsızlık vardır ve o gururun içsel olarak tembelleşmiş halidir. “Pozitif mesaj vermek” adı altında kullanılan “çok”, aslında birçok duruma teslim olmadığımızı da gösterir. Oysaki teslim olmak zayıflık değil, kendini tanıma müessesesi. Evet, orada kendini, içindeki sen’i tanımadıkça, kendinden uzaklaştıkça kibirli birine dönüşürsün, kibrin de sınırını aşarsın.
Gurur duyma psikolojisinin bir diğer bilinçaltı sebebi, gururun hasretini çekmiş olmamızdır. Sanki kibir ile gurbette gibi hep bir alışmaya çalışmayı kendimize müstehak görürüz. Bu da kendimizden kopup “daha çok” dememize sebep olur.
Her şeyin dahası kibirdir,
her şeyin çok azı gururdur.
Kibir sınırını aşarak yetiştirilmiş bir insan, gurura daha çok ihtiyaç duyar.
Kendine güvenmek çekingenlikle mi alakalıdır bilmem. Çünkü çekingenlik daha çok bir kurala uyamadığınız durumlarda verilmiş içsel bir tepkidir. Böyle sizi durduran bir güç. Dış tetikleyicilerle içe geçen bir tepki hali. Etkiye tepki meselesi.
Kendine güvenmek çekingen olup olmamakla, kendine güvenmemek ise içsel gücü açığa çıkaramamakla alakalı olduğunu düşünüyorum. Bir içsel güç var ki zaten dış tarafından askıya alınıyor, hatta baskıya alınıyor. Sen de sen oluşunu içinde yaşıyorsun; kendi kendine.
Her insanın içinde güven vardır, bunu sadece beslemesi bir mesele. Peki kendine güvenmenin nesi mesele? “Bir çiçek açmadığında yetiştiği çevreyi düzeltirsin, çiçeği değil.” sözü konuya açıklık getiriyor aslında. Yani yine çevresel faktörlerin bizdeki etkisi. Aynı zamanda adapte olabildiğimiz yerler çiçek açmaya uygun güven ve potansiyeli de bizlere vermiş oluyor.
Yılların Yükü: Overthinking
“Enerji, farkındalıktır.” diye bir sözüm vardır. Her bir enerji hem genetik miras taşırken hem de sonradan bilişsel bir hazine yerine de geçebiliyor; onu nasıl anlamlandırdığımıza bağlı.
Enerjinin overthinking ile alakası ise, biraz genetik biraz da çevresel gelişen bir durum. Fazla düşünmek ise yılların yükü haline zamanla gelmiyor, o zamanda yükün sürekliliği ile yük haline geliyor. Her ne ise bir şeyin sürekliliği bizi ne kadar algımızla duyarlanıyorsa biz o kadar çok yükleniyoruz. “Biraz daha yer var” diyerek kendimiz dışındaki yerleri, bize ait olmayan düşüncelerle kapladığımızdan zamanla içine de sığamıyoruz.
Dolup taşmak kavramı da bu derecede önem kazanıyor, önemsiz görürsek “Overthinking” , önemli görürsek “farkındalık” oluşuyor.
Pekişmemiş Zaaflar: Değersizlik Duygusu
Merak ettiğim birçok konudan diğeri de bu. Bir anda böyle bir adlandırmanın daha makul olduğunu düşündüm. Pekişmemiş zaaflar; yani sadece içinde kalmış, gerçekleşmemiş… Bilinçaltı onu bilinçdışına atmış, mükemmel olmakla uğraşıyor. Mükemmelliği bilmedikçe de dahasını da beğenmiyor. Yine diyor, yine her yeri fazlasıyla temizlesem de yine eksik yaptığım şeyler var diyor, ama hep etrafına fazlalık katıyor. Kendisinde eksiklik aramıyor ya da fazla ne var, atayım da rahatlayayım demiyor.
Kabul etmeyiz biz, inkâra örtünmeyi çok severiz, heleki orada yalnız kalmışsak, kendimizi orada yalnız bırakmışsak. Çünkü müstehak dediğimiz her bir sebep, aslında doğrusunu bildiğin şeyleri emin değilmiş gibi söylememek. Çünkü bunu düşündüğünde tam olarak da orada değildin. Bunu birden fazla iş ile ilgilenenler çok iyi bilecektir ki tek bir işe odaklansanız ne bu kadar düşünürsünüz ne de tam yapabildim mi diye kaygılanırsınız. Çünkü her bir şey, kendini görememekten oluyor.
Her ne olursa olsun duygularımızdan korkmayı öğrendik, çünkü duygularını cesaretsizleştiren her bir insan, bundan kaygı duyduğu için kendi içine yabancılaştı. Kendimizi izole ederek de duygularımızdan kopmayı öğrendik, çünkü kendi duygularımızı kabul etmek, içimize kapanmak gibi bir algıda olmayan daha farklı ve sıradışı bir gerçeklik gibi geliyordu.
Bu görecelilik bize nereden geliyordu? Odaklanmanın devamlı çeşitlenmesinden. Odağın, odak dışı hâl almasından kendimizi adapte edemedik. İçteki uyumsuzluğun üstünü örtüp o uyumsuzluğu kendine yankılamaktan dolayı, her zaman her yerde uyumlu olmak bir kural haline geldikçe, o mükemmellik de içte aranmaya başlandı. Olmayan şeyi var gibi gösterme isteği. Bu tip patolojiler de genellikle olmayanı büyütmekten çıkıyor; varsayımları yok sayamamaktan.
Odaklanma Problemi: Aşırı Dikkatlilik
Ben nedense bu ikisini çok birbiriyle bağdaştırıyorum. Özellikle dikkat eksikliği tanısı almış veya almamış, hep dikkat etmesi için çaba gösterilmiş, dikkat dağınıklığı olduğu söylenen insanların etrafına ve kendilerine baktığımda en çok göze çarpan nokta, odaklanma problemi deneyimini yaşamış ve yaşıyor olmalarıdır.
Genellikle kendilerinde var olan değil, başkalarından görerek bunu kendi derdi edinmiş ve bu derdi kabullenmiş her insanın içinde filizlenen bir durum halini almaya başlıyor odaklanma problemi.
Dikkat dağınıklığından farkı ise, odaklanma probleminde dış uyaranlar zihninizi esir alırken, dikkat dağınıklığında kendi iç zihninizin doluluğunda artış veya yoğunluk söz konusu oluyor.
Dikkat dağınıklığı kendi zihniniz ve farkındalıklarınızın toplamı,
odaklanma problemi ise zihninizdeki yoğunluğa sebebiyet veren bir müdahale biçimidir.